Dina Asher-Smith: Fotoğrafçıların ten rengimle oynamasına kadar bir şeylerin değişme vakti geldi
Güvenlik görevlileri tarafından izlenmekten, fotoğrafçıların ten rengimle oynamasına kadar — bir şeylerin değişme vakti geldi.
2019 dünya atletizm şampiyonası kadınlar 200m finalinde 21.88 saniyelik kariyer derecesi ve ülke rekoru ile altın madalya kazanan 23 yaşındaki Britanyalı atlet Dina Asher Smith, siyahilerin ve siyahi bir atlet olarak kendisinin maruz kaldığı ırkçılık hakkında bir yazı kaleme aldı. Görkem Barış, Smith’in Telegraph’ta kaleme aldığı bu yazıyı Alan Savunması için çevirdi.
George Floyd’un cinayetini takip eden, geçtiğimiz haftalarda hayat zordu. Odaklanması zordu. Uyuması zordu. Yorucuydu, duygusal olarak tüketiciydi ve yıpratıcıydı. Yürek parçalayıcıydı.
Yer yer üzüldüm, yer yer sinirim bozuldu ve yer yer öfkelendim. Üstüne düşünmesi zordu ama düşünmemenin de imkanı yoktu. Üstüne konuşması zordu ama konuşmaya değecek tek konu da oymuş gibi görünüyordu ve en zoru da, elime bir kağıt kalem veya klavyeyi alıp bir şeyler yazmaktı.
Bu yazıyı haftalar öncesinde yayımlama niyetim vardı ancak kendimi bir türlü net bir şekilde ifade edemiyordum. Böylesine duygusal bir hengamenin içinde, böylesine kalbimize yakın bir konu hakkında akıcı ve anlamlı konuşabilen herkesi alkışlıyorum. Travmatik bir dönemdi.
Maalesef biliyorum ki bazı insanlar bu satırları okuyup gözlerini devirecekler veya “Aynı şeyleri duymaktan bıktım” veya “İşte başlıyorlar yine” diye düşünecekler ve evet, bazılarınız bunları duymaktan bıkmış olsa bile, siyahiler de bunları konuşmak zorunda olmaktan bıktı. Vahşi bir cinayetin sosyal medyada trend olduğunu görmekten, ve trend olmasının tek nedeninin birinin olayı telefonlarıyla kaydedebilmiş olduğunu bilmekten bıktı. Siyahiler, ten rengimizden dolayı farklı muamele görmekten bıktı.
Ben köşe yazarı olmayı, bu yeri doldurmak için kabul ettim. Sıkıca inanıyorum ki bir şeyleri değiştirmenin birçok yolu var ve bunlardan biri de kendi balonunuzdan, sizinle aynı fikirde olmaya doğal olarak eğilimli insanlardan uzaklaşmak ve farklı dünya görüşü olan insanlarla etkileşime geçmek.
Ve birçoğunuz George Floyd’dan, Black Lives Matter hareketinden ve genel olarak geçtiğimiz haftalardaki olaylardan etkilenmiş olsa da gayet farkındayım ki bazıları “Dina, neden bunun yüzünden bu kadar üzgünsün? Neden bu senin spor köşeni dolduruyor? Neden bunlardan Birleşik Krallık’ta bahsediyorsun?” diye düşünecek.
Çünkü bu, benim hayatımı da etkiliyor. Bu birkaç hafta bir sürü insan için, bir sürü farklı sebepten dolay çok zordu ve işleri benim için zor yapan şey ise bu olayların, birçok bastırılmış hatırayı yüzüstüne çıkarması ve bana şunu tekrar hatırlatması oldu: Ne yaparsam, ne başarırsam başarayım, ne kadar nazik ve “iyi” bir insan olursam olayım, ne kadar iyi eğitimli ve iyi niyetli olursam olayım, yine de oralarda bir yerlerde, derimin renginden dolayı bana yanlış yapmak isteyecek insanlar olacak. Katmanlarca, en iyi ihtimalde, “bilinçsiz” önyargı, en kötü ihtimalde de, düpedüz nefret var, ve bu benim hayatımı gün ve gün bazında etkiliyor.
Şık bir davetteyken, insanlar bir davetli değil de bir çalışan olduğunuzu düşünüyor. Tek ebeveynli bir evden çıktığınızı düşünüyorlar ve ben sürekli “evet, babam bizimle, ve yarışlarıma geliyor… ve evet, destekleyici ve sevgi dolu biri ve doğduğum günden beri öyleydi.” Diye tekrar etmek zorunda kalıyorum. Ve bunları söyledikten sonra gelen o şaşkınlık dolu “aa“ tepkisine gülümseyerek katlanmak zorunda oluyorsunuz. Ve bir mağazaya adım attığınız andan itibaren güvenlik görevlisi tarafından, çok da farkettirmemeye çalışmadan takip ediliyorsunuz. İyi bir mağazadan herhangi bir şey alacak kadar paranız yoktur ne de olsa.
Ya da örneğin, bir fotoğraf çekimine gidip, saçımın örgüler içinde fazla “Bronx tarzı” olduğunun ve dolayısıyla tamamen yeniden şekillendirilmesi gerekeceğinin söylenmesi. Çekim bittikten sonra post prodüksiyonda ten rengimi o kadar açmaları ki, fotoğrafların son halini gördükten sonra kendimden emin olmak için gidip aynaya bakmam gerekmesi.
Sadece birkaç yaz önce makyaj çantamı evde bırakıp Stansted havaalanına gittiğimde, duty-free dahil hiçbir mağazada kendi ten rengine uygun bir fondöten bile bulamamam. Ve çalışanların, aradığım şeyin stoklarında olmadığını farkettiklerindeki o tatsız kaçışlarına katlanmak.
Siyah tenli kadınların yirmili yaşlarının başında yaşadığı, büyürken senin tam tersin olan güzellik imajlarını ve paradigmalarını gördükten, gerçek hayatta ve şarkı sözlerinde duyduktan, ve hatta daha çok küçük yaşlardan oynadığın bez bebek oyuncaklarda bile karşılaştıktan sonra kendi ten rengini, ve saçlarının kendi doğal uzayışını sevmeyi öğrenme serüveni.
Sporda ise, Dünya Şampiyonası kampının basınla bir araya gelme gününde bir gazetecinin, atlet henüz kim olduğunu dünyaya gösterme şansı bulmadan, apaçık bir şekilde, haber yapacak bir hikaye bulma amacıyla sadece siyahi sporculara hiç bir çetede olup olmadıklarını, hiç birinin bıçaklandığını görüp görmediklerini ve bu tarz başka ırksal stereotip içeren sorular sorduğunu duymak.
“Afrikalılar” teriminin farklı farklı ırktan olan atletleri topluca tanımlamak için, tembelce kullanıldığını, -neden gerçek isimleri söylenemesin ki- ve daha sonra bu yarışları “herkes birbirine benzediği için” takip etmesinin zor olduğuna ve her zaman Avrupalı kitleye hitap etmediğine dair tartışmaları duymak.
Siyahi futbolcuların aşağılık ırkçı tezahüratlara, Nazi selamlarına ve kendilerine atılan muz kabuklarına katlanıp, daha sonra buna tepki gösterdikleri için eleştirildiklerini, ve sorumlu organizasyonların da sadece küçük bir ceza aldığını görmek. Sosyal medyaya girip Ian Wright’ın yine Instagram DM’lerini ırkçı hakaretler ve maymun emojileriyle karşılaşmak üzere açtığını görmek.
Serena Williams ve Beyoncé’nin neden doğururken neredeyse öldüğünü ve Birleşik Krallık’ta bile siyahi kadınların, beyaz kadınlara kıyasla doğum sırasında ölme ihtimalinin beş kat daha fazla olduğunu düşünmek. İşte bu yüzden BAME topluluğu için bizim coronavirüsten ölme ihtimalimizin iki kat daha fazla olması şaşırtıcı değil, çünkü “bilinçsiz” önyargılar, sistematik ırkçılık ve strüktürel eşitsizlik kendilerini sağlık krizleri esnasında gösterirler. Ve işte bu yüzden siyahi topluluğuna, Alexandra Burke’a, Britanyalı kitlenin ilgisini çekmek için ten rengini açmasının önerilmesi şaşırtıcı gelmiyor.
Ve bu yüzden George Floyd’un cinayetini ilk takip eden tepkisizliğe ve sonrasında protestolardaki, sosyal medyada hepimizin gördüğü, polis şiddetine şaşırmadık. Bu yüzden Buffalo polisinin 75 yaşındaki adamın, hepimizin gün gibi açık bir şekilde itilip yerde kanlar içinde bırakıldığını görmemize rağmen, “ayağının takılıp düştüğünü” söylemesine şaşırmadık. Bu doğru değil. Bu korkunç, yanlış ama kesinlikle yeni değil.
Sayısız açıkça ve de farkında olmadan yapılan ırkçılık örneği verebilirim, ama ne biliyor musunuz? Tüm bunları hatırlamak acı veriyor. Ben normalde, mutlu ve neşeli bir insanımdır, ebeveynlerimin de benim de doğal halimiz böyledir. Ama bazen öyle olmak çok fazla efor istiyor. Arkadaşım Clara Amfo’nun geçen hafta Grazia’yla röportajında söylediği gibi: siyah haz bir tür direniştir — keyifle dolu bir siyahi olmak radikaldir.
Ayrıca kendimi bir hedef haline getirmek istemiyorum. Düşündüğünü yüksek sesle söylemek korkutucu. “Sızlanan biri” olarak etiketlenebilirsiniz ve sonra hayat çok daha zor olur, tıpkı adalet için savaşırken çokça şeye katlanmış olan Eniola Aluko’nun tecrübe ettiği gibi.
Umudum, son zamanlarda yüksek sesle konuşmuş bir çoğu gibi, bu köşeyi yazarak farkındalık oluşturmaya ve bir şeyleri değiştirmeye yardım etmek.
Geçtiğimiz birkaç haftada bir sürü insanın kendilerini açığa vurduğunu görmek güzeldi. İnsanların söylediklerinin geri tepmesinden veya işlerini kaybetmekten korkmadan bu konuları konuşabildiğini ve ırkçılığa karşı tepki gösterebildiğini görmek güzeldi. Gelin yüksek sesle konuşan insanlardan bahsetme şeklimizi değiştirmeyi düşünmeye başlayalım, gelin bu tür durumlarda hepimizin kullandığı dille ilgili düşünmeye başlayalım. “Irkçılık karşıtı eleştirmen” de neymiş?
İlkokullarda çift olumsuz yapılar içeren sözler kullanmamayı öğrenmiştik, peki neden bu terim normalleştiriliyor? Gelin her şeyi olduğu gibi söyleyelim. Yakın bir dönemde çocuk sahibi olmayı düşünmüyorum, ama bunun için hazır olduğumda oğlumun, kendisinin polis tarafından çevrilme ihtimalini kırk katına çıkaracağı için, alın teriyle kazandığı parayla iyi bir araba alırken iki kere düşünmesini istemiyorum. Ve kızımın, şu an çoğumuzun geçiyor olduğu “kendini sevmek” serüveninden geçmesini, veya sadece, diğer tüm insanlar gibi, hakkı olduğunda kendini ifade ettiği için “agresif”, “korkutucu” veya “diva” diye etiketlenmesini istemiyorum.
Ben dört yaşındayken ebeveynlerimin bana yapmak zorunda kaldıkları “o konuşmayı” ben de kendi çocuklarıma yapmak zorunda olmak istemiyorum — asla kimsenin sana belli isimlerle hitap etmesine izin verme, bir mağazada gezerken insanlar bir şeyler çaldığını düşünmesin diye çantanda mendil arıyormuş gibi yapma, ve şunu bil: diğerlerinin sahip olduğu takdir, saygı ve fırsatın yarısına sahip olmak için onların en az iki katı kadar çok çalışman, iki katı kadar iyi bir insan olman ve bir mükemmeliyet modeli olman gerekecek.
O noktaya nasıl geliriz? Anahtar eğitim. Dünya tarihi, sömürgecilik tarihi ve de ırkın bir sosyal oluşum olduğu gerçeği ile ilgili yeterince şey öğrenmiyoruz. Okulda çocuklarımıza nasıl ırkçılık karşıtı olunur öğretmiyoruz. Ben üniversitede tarih okudum çünkü bugünü anlamak ve gelecek ile ilgili eleştirel düşünebilmek için geçmişi daha iyi anlamak istedim. Okulun ilk döneminde aklımı yitirecek gibi oldum. Çocuklarımıza tarihimizi ve zor konuları doğru bir şekilde anlatmak konusunda daha iyi iş çıkarmalıyız.
Çocuklarımızı, modern dünyayı ve getirdiği mücadeleleri tam olarak anlamaları için iyi donatmıyoruz. Beğensek de beğenmesek de, dünya vatandaşlarıyız ve bu her gelen nesille, geleneksel seyahat bariyerleri, sınırlar ve diller değiştikçe daha da artacak. Teknoloji bizleri, Bromley’de telefonunuzdan Yeni Zellanda veya Amerika’daki olayların canlı yayınını izleyebilesiniz diye, daha önce hiç olmadığı kadar bağlıyor. Artan bir şekilde, sözcükler kullanmadan, farklılıklarımızı değil de benzerliklerimizi vurgulayan komik caps’ler ve viral danslar ile iletişim kuruyoruz.
Hepimiz, herkes için travmatik olan bu coronavirüs olaylarını yaşarken, felsefi ve düşünceli bir moddayız. Geçtiğimiz birkaç ay birçoğu için aydınlatıcı oldu. Hayatın ne kadar geçici ve değerli olduğunun altını çizdi, toplumun en savunmasızlarını korumak konusundaki kusurlarımızı göz önüne serdi ve bizlere eşitsiz ve efektif olmayan sistemleri gösterdi.
Bir eylemin, bir insanın gücünün dünyayı nasıl değiştirebileceğini biliyoruz. Lütfen kalkın ve ırkçılığa karşı yüksek sesle konuşun. Irkçılık karşıtı olun. Değişime etki edemeyeceğinizi düşünseniz de, edebilirsiniz. Hepimizin bir etki gücü var, yemek masamızda da olsa, bir toplantı odasında da olsa, veya milyonların dinlediği bir platformda da olsa, her biri değerli. Hepimizin pozitif bir değişiklik yaratma gücü var. Bildiğimiz hayat son zamanlarda çok değişti ve birçoğumuzun durup nelerin gerçekten önemli olduğunu düşünmesi gerekti.
Eşitlik önemlidir. Siyah hayatlar önemlidir. (GB/TP)